8 Mayıs 2018 Salı

Kuantum Bilgisayarları


Bir kuantum bilgisayarı, veri üzerinde yapılacak işlem esnasında süperpozisyon ve ‘quantum entanglement’ olarak bilinen, Türkçe’ye dolanıklık olarak çevrilebilecek mekanik kuantum olgularının doğrudan kullanımını sağlayan bir hesaplama cihazıdır.
Haziran 2015’te Avrupa Telekomünikasyon Standartları Enstitüsü (ESTI) yaptığı açıklamada ‘kuantum-güvenli’ şifreleme tekniklerine geçmek için on yıldan fazla bir süredir bilgi arşivlemeye veya çevrimiçi işlem gizliliğini korumaya ihtiyaç duyan kuruluşları uyardı. Enstitü, kuantum bilgisayarların ileri düzey matematik işlemleri gerçekleştirebilme kapasiteleri sayesinde hassas veriler üzerine yazılmış şifreleri rahatlıkla kırabileceği konusunda uyarıda bulundu.
Klasik bilgisayarlar ile kuantum bilgisayarlar arasında farklılıklar mevcuttur. Örneğin; klasik bir bilgisayar verileri bit olarak depolarken, kuantum bilgisayarlarında veriler kbit yani kuantum biti olarak saklanır. Kuantum hesaplamalarında temel ilke, kuantum özelliklerinin verileri yapılandırabilmek için kullanılması ve bu verilerle işlem gerçekleştirebilmek için kuantum mekanizmalarının inşa edilebilmesidir.
Fizik derslerinden hatırlayabileceğimiz üzere bir kuantum mekanik nesne, bozulduğu taktirde bir devrede donuyor ya da klasikleşiyor. Bu sebeple tüm kuantum bilgisayarlar, ‘kubit’ olarak adlandırılan ve bilgisayarlardaki dijital bite benzetilebilecek yapı taşlarına sahip.
Kuantum hesaplamaları henüz ömrünün oldukça başında olsa da, günümüzde işlemler esnasında kuantum hesaplamaları kullanılan birkaç deney gerçekleştirilmiş durumda. Aynı zamanda hem pratik hem de teorik alanda büyük bir hızla üzerinde çalışmalar yapılan bir alana evrilirken, birçok ulusal hükümet ve askeri kuruluşlar da kriptografik amaçlı projeleri için kuantum bilgisayarlarına dair projelere destek veriyorlar.
Kuantum bilgisayarları, mekanik işlemlere birçok yönden fayda sağlayacak. Mesela büyük ölçekli kuantum bilgisayarlarının kurulumu gerçekleştirilebilirse, herhangi bir sorunu klasik bilgisayarlara oranla çok daha hızlı bir şekilde çözebilecek durumda olacaklar.  Kuantum bilgisayarları bu hızlı sorun çözebilme potansiyellerini Shor’un algoritmasını kullanıyor oluşuna borçlular.
Kuantum bilgisayarları; DNA bilgisayarları ve transistörlü geleneksel bilgisayarlar gibi diğer bilgisayarlardan kesin bir şekilde ayrılıyor. Optik bilgisayarlar gibi bazı bilgi-işlem mimarileri dahi kuantum bilgisayarların hesaplama hızının potansiyeline yaklaşamıyorlar.
Kuantum bilgisayarları, klasik bilgisayarların asla gerçekleştiremeyeceği düşünülen ileri düzey, aşırı spesifik matematik işlemleri dahi rahatlıkla gerçekleştirebiliyor. Bir karşılaştırma yaparsak, klasik bir bilgisayarın asla çözüme ulaştıramayacağı bir sorunu Shor’un algoritması sayesinde kuantum bir bilgisayar rahatlıkla, hatta saliseler içerisinde çözüme ulaştırabilir.
Dünyanın ilk kuantum bilgisayar şirketi olan D-Wave Systems, kuantum bilgisayarların konvansiyonel –yani geleneksel- bilgisayarlara oranla çok daha hızlı, çok daha çözüm odaklı ve çok daha yetenekli olmaları amacıyla üretildiklerini söylüyor. D-Wave bu yıl içerisinde 2.000-kubit bir kuantum bilgisayarı piyasaya sürmeye hazırlanıyor.

6 Mayıs 2018 Pazar

Marie Curie


Herhalde fizik veya kimya ile az veya çok ilgilenen kişiler meşhur Curie çiftini bilirler. Bu kez Marie Curie ya da çoğu kişinin Madam Curie olarak bildiği bu bilim insanını ele alacağız. 1867’de Varşova’da doğan Fransız kimyager ve fizikçidir. 
Kendi döneminin en yüksek fizik notuyla Paris Sorbonne Üniversitesi’nde matematik ve fizik bölümlerini birincilikle bitirmiştir. Sonrasındaysa bilim akademisine ve fizik kürsüsüne giren ilk kadın olmuştur. Polonya’ya dönüp öğretmenlik yapmayı düşünürken, kendisi gibi daha çok fizikokimya üzerine çalışan Pierre Curie ile evlenmiştir. Çalışmalarını da beraber sürdürdüğü kocası Pierre Curie ve Henri Becquerel ile birlikte radyoaktivitenin keşfi sebebiyle Nobel Fizik Ödülü’nü, sekiz yıl sonraysa polonyum ve radyum elementlerini yalıtabilmesinden dolayı Nobel Kimya Ödülü’nü almaya hak kazanmıştır. Böylece Nobel Ödülü’nü alan ilk kadın ve bu ödülü iki kere alan ilk bilim insanı olmuştur.
1904’te Pierre Curie Sorbonne Üniversitesi’nde fizik profesörlüğüne atandı ve kendisine çalışmalarını yapabileceği nitelikte bir laboratuvar tahsis edildi; ancak çok kısa bir süre sonra hayata gözlerini yumdu. Onun profesörlüğünü devralan eşi Marie Curie, mezun olduğu Sorbonne Üniversitesi’nde profesörlük ünvanı verilen ilk kadın oldu.
Radyoaktivite ve radyum elementleri yaptığı çalışmalar artık olumsuz etkilerini üzerinde gösteriyordu ve o da bundan kaynaklı kanser hastalığı (lösemi-kan kanseri) yüzünden hayata veda etti. Hatta büyük miktarlarda radyumla o kadar çok çalıştı ki, o kadar çok radyoaktif maddeye maruz kaldı ki; bu tam 500.000 röntgen çektirmeye (X-ray etkisine) bedeldi.

HAKKINDA AZ BİLİNENLER
Marie ve Pierre Curie çok yüksek ahlaki değerlere sahip insanlardı. Radyum yalıtma yöntemlerinin patentini alarak bir servete sahip olma imkânları varken, isteyen her kişiye ve şirkete ellerindeki bilgileri rahatça verdiler.

Marie Curie, Albert Einstein ile tanışır. 1. Dünya Savaşı başladığında radyoloji çalışmaları sayesinde binlerce yaralı askerin hayatı kurtulur. Kocası hayatını kaybettikten sonra da adını yazdırdığı buluşlardan insanlığın ücretsiz bir şekilde faydalanması için patent almayı reddeder. ABD'de Beyaz Saray’a davet edilir, kendisine bilime olan katkılarından ötürü para ve nişan ödülü hediye edilir.

Be less curious about people and more curious about ideas!

(İnsanlar hakkında daha az, fikirler hakkında daha çok merak edin!)
[Marie Curie]

Kaynak

1 Mayıs 2018 Salı

Ali Kuşçu Kimdir


Ali kuşçu 1403 yılında Semerkand bölgesinde doğmuş ,günümüzdeki  Özbekistan,  Babası Muhammed, Uluğ Bey'in kuşçusu olduğu için ailesi "Kuşçu" lakabıyla meşhur oldu.  Günümüzde insanlığa bıraktığı eserleri ve Astronomi, Matematik, Kelam ilimleri ile ilgili çalışmalar ile ün kazanmıştır.
Asıl ismi Ali Bin Muhammed olan ünlü astronom gök bilimi dışında matematik ve dil bilimi konusunda da çalışmalarıyla kendini göstermiştir. Yetişmesi sırasında birçok ünlü bilim insanından dersler alarak kendini geliştirmiştir. Kadızade-i- Rumi, Gıyasüddin Cemşid el-Kaşi isimlerinden aldıkları dersler onun gelişmesinde ve yetişmesinde büyük öneme sahiptir. Bu alimlerden aldıkları bilgileri geliştirmek için Kirman’a gidip Ay Safhalarının Açıklanması ile şehrine geri dönmüştür.Dönemin en büyük bilim noktalarından biri haline gelen Semerkant’ta Uluğ Bey’in rasathanesine müdür olarak çalışmalarına devam etti. Akkoyunlu Hükümdarının kendisine verdiği önem onu Fatih Sultan Mehmet ile barış anlaşmaları sırasında elçilik görevine getirdi.
Çalışma azmi ile dolu olan Ali kuşçu gök bilimi hakkında yaptığı çalışmalarla rasathanenin ününe ün katıyor ve en doğru verileri elde etmeyi başarıyordu. Bir dönem hocası ve hükümdarı Uluğ Bey’in oğlunun ihaneti sonucu öldürülmesiyle hüsrana uğramış bu sebeple her şeyi bırakıp hacca gitmek istemiştir. Uluğ Bey’e verdiği önemi yaptığı çalışmalarda ondan uzun uzun söz etmesinden anlayabiliriz. Aynı şekilde Uluğ Bey de ona bir hayli önem vermiş ve daha genç yaşta onu rasathanenin başına geçirmiştir.Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u bir bilim merkezine çevirme çalışmalarında Ali Kuşçu’ya verdiği önem büyüktür. Bu anlamda İstanbul’da ders vermesi için onu davet eder. İstanbul’a girişi sırasında düzenlenen tören onun şanına yakışır büyüklükte bir karşılama merasimidir. İki yüz altın maaş karşılığında Ayasofya’da eğitimci olarak çalışmalarına başlar. Astronomi ve matematik dersleri vermesinin yanında hükümdarın propaganda çalışmalarını da hazırlamıştır. İstanbul’un enlem ve boylam hesaplamalarını yapmıştır. Matematik derslerindeki başarısı medreselerde matematik dersi verilmesinde ciddi öneme sahiptir. Derslerdeki başarısı onun başka bilim  insanları  tarafından izlenmesine olanak verecek kadar üne ulaşmıştır. Bir başka ünlü matematikçi olan Sinan Paşa, Molla Lütfi vasıtasıyla onun matematik derslerini takip ederek Ali Kuşçu’ya verilen önemin bir başka kanıtı olmuştur.
Ali Kuşçu’nun en önemli eserlerinden biri olan Risaletül-Fethiye üniversitede ders kitabı olarak kullanılmıştır. Fethiye’de gök cisimlerinin yerküre ile arasındaki uzaklıklar belirtilmiş ayrıca dünya haritasının kitabın sonunda bulunması da o dönem için önemli bir ayrıcalık haline gelmiştir. Bu kitapta dünyanın eksen eğikliğinin belirtildiği rakamlar günümüz verilerine çok yakındır. Kitapta ayrıca diğer gezegenler hakkında bilgiler bulunurken bu gezegenlerin hareketleri ile ilgili bilgiler de bulunmaktadır. Ye şekilleri ve iklim bilgileri konusunda bilgilerinde bulunduğu eserde çeşitli astronomi ölçümleri yer almaktadır. Bu kitabın asıl amacı yeni bilgiler keşfedilmesi değil eğitim konusunda yararlanılması gereken bir kitap olması niteliği taşımaktadır.Ali Kuşçu’nun Osmanlı Devleti’ne katkılarından sonra Osmanlı Türkçesi İslam çevrelerinde bilim dii olarak kabul edildi. Dil bilimci özelliğinin bu konuda önemli etkisi olmuş yaptığı dil bilimi çalışmalarıyla büyük yarar sağlamıştır. Onun soyundan gelen birçok kişi Osmanlı Devleti’nde önemli makam ve mevkilerde bulunmuş yararlı çalışmalar göstermişlerdir. Öyle ki onun torunlarından olan Ebussud Efendi Osmanlı’da şeyhülislam görevine kadar gelmiştir. İkinci Mehmet adına yapılan ilk Osmanlı Üniversitesi olma özelliğini gösteren Fatih Medresesi’nin kurulmasında ve eğitim içeriğinin ve tarzının belirlenmesinde önemli katkıları olmuştur. Birçok önemli matematik adamının yetiştirilmesinde önemli rol oynayan Ali Kuşçu astronomi biliminin Osmanlı’da yaygınlaşmasında katkıları olmuştur.

15 Nisan 2018 Pazar

Bilim Adamları



Harezmi Kimdir

Bu kez size İslâm dünyasında cebir ilminin kurucusu kabul edilen matematikçi, astronom ve coğrafyacı bilim adamı El Harezmî’den bahsedeceğim. Kaynaklarda kesinlik olmasa da Özbekistan’da doğduğu ve 740-750li yıllardan 830lu yıllara kadar yaşadığı belirtilir. Eserleri günümüz dünyasının üzerinde durduğu teknolojilerin temelini oluşturur. Geliştirdiği hesaplama sistemine, daha sonraları algorism denecektir; bu terim, ünlü matematikçinin isminden, yani El-Harezmî’den türetilmiştir. Yani algoritma sözcüğünün etimolojik babasıdır. Bağdat’ta Beytü’l Hikme’de(dünyanın ilk üniversitelerinden birisi) matematik, astronomi ve coğrafya üzerine çalışmalar yaparak uzun süre yaşamıştır. İki önemli matematik kitabı vardır; "cebir" ve "hint hesabı". İkinci dereceden bir bilinmeyenli ve iki bilinmeyenli denklem sistemlerinin çözümlerini incelemiştir. Aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. Dönemin halifesi Mem'un El-Harezmî’den haberdar olunca onu Eski Mısır, Mezopotamya, Grek ve Eski Hint medeniyetlerine ait eserlerle dolu Bağdat Saray Kütüphanesinin idaresinde görevlendirilir. Yine sayı sisteminin mucidi olarak anılan El-Harezmî, bu ilhamı Hindistan illerinde aldığını yazar. Hindistan’a gittiğinde, kentin (o zamanlar ülke fikri daha icat olunmamış tabii) tabelalarına, reklam panolarına, seyrüsefer direklerine, efendime söyleyeyim, otobüs duraklarının sallanan sarı levhalarına bakar durur; sonunda kafasına dank eder hadise elbet: Hintliler, harfler ya da heceler kullanmak yerine semboller kullanmaktadır. Bu sistemi, kendi düşkün olduğu aritmetik ve cebir âlemlerine uyarlayarak, "on tabanlı sayı sistemi"nin kurulmasına önayak olur. Aşağı yukarı 70 tane bilim adamıyla birlikte çalışarak 830 yılında bir dünya haritası çizmiştir. Dünyanın çevresini ve hacmini hesaplama çalışmalarında yer almıştır. Güneş saatleri, usturlaplar ve saatler üzerine yazılmış eserleri de vardır.

On rakamdan oluşan rakamlama sistemi ise, Harezmî tarafından tanıtıldığı için Arap rakamları veya kökeni Hindistan olduğu için Hint Arap rakamları adı ile tanınacaktır. Birinci ve ikinci dereceden denklemlerin çözümleri, binom çarpımları, çeşitli cebir problemleri ve miras hesabı gibi konuları incelemiştir. Harezmî, cebirsel denklemleri çözerken yapılacak işlemleri ve bu işlemlerin sırasını doğru bir biçimde veren ilk matematikçidir. Bu nedenle bilgisayar biliminin temeli olan algoritmanın dolayısıyla bilgisayar programcılığının kurucusu kabul edilir. Ayrıca denklem çözümünde analitik geometriyi ilk kullanan matematikçilerden biri olduğu da söylenebilir. Bir sayının sıfıra bölünemeyeceğini yani sıfırın bütün cebirsel özelliklerini o bulmuştur.

Joseph Lister Kimdir



Şimdiye kadar adını çok duymadığımız bir bilim adamının katkılarını daha kaleme almaya başlıyoruz. Cerrahide antiseptik (mikroorganizmaların çoğalmasını engelleyen) maddenin kullanılmasını yaygın olarak başlatmış olan Joseph Lister, makalemizin konusu.
1827’de doğan İngiliz hekim, doktor olduktan sonra, birçok hastanede çalışan Lister, ameliyatlarda karbolik asidi kullanarak antiseptik madde kullanmayı denemişti. Bu sayede hasta enfeksiyon veya herhangi bir hastalığa yakalanmadan ölüm oranı azaltılacaktı. Ki bunda da başarı sağlamakta gecikmemişti. Çeşitli yaralarda ve enfeksiyonları engellemek amacıyla, hastanın bulunduğu yeri dezenfekte ederek başarı sağlamıştı. Kendi zamanında doktorlar arasında kabul gören enfeksiyonlara havadaki kötü, sağlığa zarar veren kokuların neden olduğuna dair manasız açıklamayı haliyle inandırıcı bulmamış ve enfeksiyonları engellemenin yollarını aramıştır. Asıl enteresan konu o zamanlarda birçok doktorun antiseptik kullanımının faydalarına ikna edilememiş olması ve Lister'ın bu konudaki düşüncelerinin genel kabul görmesinin yaklaşık bir 10-15 yıl almasıdır.

Bilim adamlarının hayatları ve buluşları  hakkında daha detaylı bilgi  için Bilim insanları bağlantısına  tıklayın



1 Nisan 2018 Pazar

Sanal Gerçeklik


Son yıllarda ismi oldukça yayılan ve neredeyse tüm teknoloji devlerinin katkıda bulunduğu teknoloji, sanal gerçeklik, otoriteler tarafından bilgisayarın icadından sonraki en büyük milat olarak kabul ediliyor. Sanal gerçeklik, çoğunlukla gözlük olarak tasarlanan bir aparat yardımıyla interaktif olarak yaratılan evrenin içinde olmamızı ve dilediğimizce hareket etmemizi sağlıyor. Oyunlarda, filmlerde ve hatta eğitim alanında kullanılmaya başlanan sanal gerçekliğin, birkaç yıl içinde tüm gündelik alanlarda yaygınlaşıp bilgisayar gibi her evde olması planlanıyor.

Sanal gerçeklik fikri yeni bir proje değil. Uzun yıllar önceki bilim kurgu filmlerinin ana temalarını da süslemiş olan sanal gerçeklik tasarısı, insanlığın son zamanlarda ulaştığı en büyük dönüm noktalarından biri olabilir. Bazı otoriteler projeden beklentilerin kısa vadede sınırlı tutulması gerektiği konusunda uyarılar yapsa da, sanal gerçeklik fikri yıllar geçtikçe günlük hayatımızın tamamını kapsayacakmış gibi gözüküyor. Nitekim henüz şimdiden dahi tüm sistemlerini sanal gerçeklik üzerine kurmuş olan birçok firma ve proje var.
Piyasaya çıkan sanal gerçeklik araçları henüz prototip olarak kabul edilebileceğinden, fiyatları da diğer ülkelerde normal olarak herkesin rahatlıkla karşılayabileceği ölçütte değil. Özellikle Türkiye’de sanal gerçeklik gözlüğü satın almak, neredeyse iki oyun konsolunun ücretine denk düşebiliyor. Bu yüzden eğer yurtdışından alışveriş yapmayı düşünüyorsanız ya da herhangi bir teknoloji fuarına katılma planınız var ise; sanal gerçeklik tecrübesinin yaşamadan geri dönmemenizi kesinlikle öneririz.

4 Şubat 2018 Pazar

Bilim İnsanları ve Özellikleri

William Harvey

Bu makalemizin bilim adamı William Harvey 1578’de doğan İngiliz bir fizikçidir. Fizikçi olmasının yanı sıra ilk olarak tamamen sistemik sirkülasyonu (kan dolaşımı) detaylandırması ve beyine ve kalp tarafından bütün vücuda pompalanmakta olan kanın özelliklerini tanımlamasıyla bilim dünyası tarafından tanınırlığını sağlamıştır.
1628’de Kalbin ve Kanın Hareketi Üzerine diye bir kitap yayınladı. Kitap, yaptığı birçok gözlemi içeriyordu ve kanın vücuttaki dolaşımıyla ilgili kuramlarını anlatmıştı.
Kendi deneylerinden yola çıkarak dolaşım kavramını ortaya attı. Kanın kalpten atardamarlar yoluyla dışarı akıp, toplardamarlar yoluyla tekrar kalbe geri döndüğünü gösterdi. Harvey, büyük toplardamarlardaki kapakçıların kanı geriye, kalbe doğru yönelttiğini, kalpteki kapakçılarınsa kanın vücutta tek bir doğrultuda akarak dolaşmasını sağladığını fark etti. Ayrıca, kalbin kanın dolaşması için bir pompa görevi gördüğünü de tespit etti.

Ayrıca, ince damarların toplardamarlar ile atardamarları birbirine bağlaması gerektiğini tahmin etmişti; ama kanıtlayamamıştı. Fakat daha sonra kanıtlandıktan sonra, onun bu konudaki görüşünün ne kadar doğru olduğu da ortaya çıktı.


 Rosalind Franklin


Adı çok fazla ön plana çıkmamış ve hayatında kritik dönüm noktaları olan bir bilim insanının daha hikâyesini anlatmaya başlıyoruz. Bu seferki bilim insanı Kolejde henüz bir asistanken DNA’nın sarmal yapısını ilk defa keşfetmiş olan kimyager Rosalind Franklin. 1920’de doğan Franklin daha çok DNA yapısının çözülmesine yaptığı önemli katkılarla tanınır.
Virüsler üzerinde çalışan Franklin, daha iyi görüntü alabilmek için X ışını demetini daraltmıştı ve X ışınının kristalografisiyle (minerallerin şekillerini ve içyapılarını inceleyen bir dal) DNA yapısına ait ilk fotoğrafları çekmiştir. Elde edilen görüntüler o zamana kadarki en iyi görüntülerdir. Bu çalışma sonucunda, DNA’nın yapısının bulunuşunda ve kalıtsal bilgilerin kuşaklar arası geçişi önemli bir şekilde aydınlatıldı.
Yine daha önce Oktay Sinanoğlu makalesinde bahsettiğim James Watson ve Francis Crick de, Franklin ve Wilkins’in yürüttüğü çalışmadan da faydalanarak, tel parçalarıyla plastik toplardan bir DNA modeli yaptılar. Sarmal yapı ve replikasyonu açıklayan bu model(ki günümüzde tüm biyoloji derslerinde gösterilen ve okutulan modelden bahsediyoruz) 20. Yy’ın en büyük buluşu olarak çoğu bilim adamı tarafından kabul edildi. Kaderi de Marie Curie’ye çok benzeyerek genç yaşta 1958’de (38 yaşındayken) kanserden hayatını kaybettikten sonra, 1962’de Watson-Crick-Wilkins üçlüsü DNA üzerine çalışmalarıyla Nobel Tıp Ödülü’nü kazandı. Genç yaşta kanserden ölmeseydi, Rosalind Franklin de ödülü onlarla paylaşabilirdi.

Robert Hooke


Size yine isminden o kadar da bahsedilmeyen (bir nevi Tesla gibi), bir o kadar da bilim ekosistemine yaptığı katkılarla çağ atlattırmış bir ismin hikâyesini ele alacağız. İngiliz doğa filozofu, mimar Robert Hooke’tan bahsedeceğiz. 1635’te İngiltere’de doğan Hooke daha çok fizik ve kimya üzerine çalışmalarını yürütmüştür. Eş zamanlı olarak Kraliyet Topluğu ’nun (Hooke çoğu çalışmasını ve deneyini burada yürütmüştür) bir üyesi, Gresham’da geometri profesörlüğü gibi organizasyonlarda aktif görev almıştır. Başka bir açıdan, zamanının en önemli mimarlarından birisi olan Hooke, günümüz Londra mimarisinin üzerine yoğun bir etki bırakan tasarımlarıyla birçok yapıya imzasını atmıştır.
Hücre ilk defa 1965 yılında ölü mantar dokusunda boş odacıklar şeklinde keşfedildi. Yine İngilizce manası “cell” olan hücrenin bir şekilde kâşifi olmuştur. Yine fosil kavramını da ortaya atan ilk kişidir.Elastiklik kanunu yine onun bir eseridir. Cisimlerin uzamalarının, üzerine etkiyen kuvvet ile doğru orantılı olduğunu bulmuştur. (Hooke Yasalarından birisidir.)Mikroskopa ışık düzenini koymuştur. 19. Yy’de mikroskobu bularak mikrobiyolojinin temellerini de bir manada atmıştır.
Hooke geliştirdiği mikroskobun yanı sıra, böceklerin ve diğer canlıların daha önce görülmemiş yapılarının çizimlerini günlüğüne yapmıştır.Yine daha çok soyadıyla bilinen Hooke yasasıyla elastik deformasyon durumunda mühendislerin kullandığı başat kanunlardan birisidir.Isındığında genleşme ve göreceli bir şekilde geniş uzaklıklarla birbirinden ayrılan partiküllerden havanın oluştuğunu ortaya koyan ilk kişilerden birisidir. Yine mimar kimliği dolayısıyla harita yapma ve şehir planları çıkarmada öncülük etmiştir.

Bilim insanlarının hayatları ve özellikleri hakkında daha detaylı bilgi  için Bilim insanları bağlantısına  tıklayın


4 Mayıs 2015 Pazartesi

Yenilenemez Enerji Kaynakları

Enerji kaynaklarını kendi arasında iki ana başlıkta toparlamıştık. Yenilenebilir ve Yenilenemez Enerji Kaynakları olarak..
Kullandıkça rezervleri tükenen ve oluşmaları uzun yıllar süren kaynaklara Yenilenemez enerji kaynakları denir...
Yenilenemez Enerji Kaynakları